Eğitimin Dekolonizasyonu Üzerine I

Eğitimin Dekolonizasyonu Üzerine I

"Biz, o neslin insanları, ebeveynlerimizin olmadığı bir şekilde sömürgeciliğin çocuklarıydık... En azından bizim dünyamızda, egemenliğin gerçek benliğini üstü kapalı ifadelerle gizlediği ve bizim de bu hileye razı olduğumuz o yüksek imparatorluk güveni döneminde büyüdük ve eğitim aldık.

 Abdulrezzak Gurnah-Nobel Konuşması/2021

 Kolonizasyon, Türkçe tabiriyle sömürgecilik. Esasen Türkçe karşılığı, neden olduğu felaketi daha iyi betimlese de dünya ile ortak kullanımı tercih ediyorum, çünkü bu dünya çapında bir felaketin hikayesi. Dolayısıyla, ortak kavramlardan hareket etmek ortak hafıza ve söylem için faydalı olabilir.

Kavramı biraz daha açmak gerekirse, kolonizasyon; bir ülkenin başka bir ülke üzerinde siyasî, askerî, iktisadî, sosyal, kültürel ya da teknolojik egemenlik kurmasını içeren bir boyun eğdirme (tahakküm) uygulamasıdır. En azından, insanlık tarihine göre daha yakından bildiğimiz Haçlı Seferleri’nden ve Amerika’nın Avrupalı tüccarlar tarafından bulunup sömürülmeye başlanmasından bu yana devam eden bir süreç olarak ifade edilebilir.

Dekolonizasyon ise, sömürgeciliğin yapısal ve düşünsel etkilerini ortadan kaldırma sürecinde ortaya konan sosyal, akademik, politik, eğitimsel, ekonomik ve entelektüel mücadeleye verilen isimdir. Bu yazı dizisinde öncelikle, kolonizasyonun insan, bilgi ve eğitim üzerindeki tarihsel izlerine bakılacak; serinin devamında ise eğitimde dekolonizasyon için özgün fikir ve yaklaşımlar sunulacaktır.

Sömürgeciliğin Aşamaları

Kolonizasyon, insanlık tarihinin süregelen en yıkıcı tecrübesi; insanı ait olduğu coğrafyaya, kültüre, sosyolojiye ve ilanihaye kendisine yabancılaştıran, hatta düşmanlaştıran bir döngüdür. 

Kolonizasyon döngüsü üç aşamadan meydana gelir. Bunlardan ilki, ticaret, tarım, ulaşım ve barınmayı kapsayan tamamen fiziksel ve maddi alandadır. İkinci aşama, ekonomik ilişkiler, siyasi idare, eğitim, sosyal refah ve sanayileşmeyi içeren örgütlenme ve kurumsallaşma aşamasıdır. Üçüncü aşamada ise pedagojik, sosyolojik, psikolojik ve ahlaki sorunlar ortaya çıkar. Sömürgeciliğin verdiği en büyük zarar da tam olarak bu alandadır, çünkü bu durum diğer zorlukların çözümünü de engeller.[i]

Bu döngünün kurumsallaşmasında, bilginin üretimi ve dolaşımından sorumlu asli kurumlar olan üniversiteler ön plana çıkar. Bugün hâlen Avrupa merkezciliğe ve Batı istisnacılığına dayanan pek çok teori ve yaklaşım, üniversiteler aracılığıyla yeniden üretilip dolaşıma sokulmaktadır.

Bilginin Dekolonizasyonu ve Akademik Bağımlılık

Günümüzde farklı alanlarda sahip olduğumuz bilimsel ya da ampirik bilginin kaynağını ve kökenini hiç düşündük mü? Karşılaştığımız bilgi, hangi aşamalardan ve süreçlerden geçerek önümüze geliyor?

Kolonizasyon, beş yüz yılı aşkın süredir yalnızca coğrafi, iktisadi ve benzeri etkilerle sınırlı kalmamış; çok daha derin bir etkiye sahip olmuştur. Toprak ya da hammadde sömürüsünün ötesinde, “zihinsel” bir kolonizasyon süreci yaşanmış ve yaşanmaya devam etmektedir. Bu süreç, bilginin üretimi ve dolaşımının ancak ve ancak “akademik bağımlılık” yoluyla mümkün olabileceği düşüncesini beslemektedir.

Akademik bağımlılık (academic dependency), belirli akademik toplulukların bilgi üretiminin, bu toplulukların tabi olduğu diğer akademik toplulukların bilgi gelişimi ve büyümesi tarafından şekillendirildiği durumu ifade eder. Yani gelişmekte olan ülkelerin akademilerinin, daha gelişmiş ve güçlü Batı ülkelerinin akademik sistemlerine ve bilgi üretim süreçlerine bağımlı olmasını ifade eden bir kavramdır.

Bu bağımlılık, bilgiyi hiyerarşik bir ilişkiye sokar ve bilimsel bilginin üretimi, dağıtımı ile prestijini indeks fetişizmi ve yayıncılık kriterleri gibi unsurlar aracılığıyla büyük ölçüde Batı Avrupa ve Kuzey Amerika gibi belirli coğrafi merkezlerde yoğunlaştırır. Bu merkezler, en prestijli üniversitelere, araştırma fonlarına ve yayıncılık altyapılarına sahiptir. Anadolu’daki ifadesiyle “suyun başını bu güçler tutmuştur.”

Bu durum, bu merkezlerde üretilen bilginin daha “evrensel” ve “standart” olarak kabul edilmesine yol açarken, çevresel ülkeler olarak tanımlanan gelişmekte olan ülkelerde üretilen bilginin daha “marjinal” veya “yerel” olarak görülmesine neden olur. Bu süreç, bilginin parçalanması ve ötekileştirilmesi evrelerini beraberinde getirir.

Nihayetinde modern bilim, insanlık yararına işlevsel bir araç olmaktan çıkar; insanlığın tersine ve aleyhine bir inanç sistemine dönüşmeye başlar. Psikoloji biliminin bu anlamda tarihsel gelişimi de, eğitimin ve insanın kolonizasyonu perspektifinden somut bir örnek olarak değerlendirilebilir.

Francis Galton ve Öjenizm

Psikolojinin ölçülebilir yöntemlerle bir bilim dalı haline gelmesini sağlayan önemli isimlerden biri, 1822-1911 yılları arasında yaşamış olan Francis Galton’dur. Galton’un ölçüm temelli psikometri çalışmaları, sosyal bilimlerdeki pozitivist tahakkümün kökenlerini de oluşturur. Ayrıca Galton, Charles Darwin’in kuzenidir. Bu detay mühim, çünkü bu akrabalık, Francis Galton’un bilimsel merakını da etkileyen bir unsur olmuştur.

Cambridge Üniversitesi’nde eğitim alan Galton, psikometri, antropometri ve biyometri alanlarının ilk ve öncü ismidir. Kalıtım üzerine çalışan Galton, önemli bir antropometri laboratuvarı kurar ve kuzenine ait doğal seçilim teorisini topluma nasıl uygulanabileceği konusunda, binlerce denekten elde edilen genetik numunelerle yoğun bir çalışma yürütür. Galton, bu çalışmayla, daha sonra “Öjenik” olarak adlandırılacak ve insanlık tarihi için felakete yol açabilecek bir disiplinin temellerini atar.

O dönem UCL’den (University College London) de pek çok akademisyen, Galton’un Öjenik Laboratuvarı’nda çalışmaya başladı. Nihayet, bilim tarihinde ilk öjenik profesörü olarak Galton ve öjenizmi bilim olarak kabul eden ilk üniversite olarak UCL tarihe geçti. Bu yaklaşım, dünyanın pek çok bölgesinde üniversiteler aracılığıyla yayıldı ve politikalara tesir etmeye başladı.

Başta aile planlaması olmak üzere, toplumsal mühendisliğin işletildiği her türlü müdahalenin kökeninde Galton ve öjenizm yatmaktadır. Kısa sürede tüm üniversiteleri etkisi altına alan bu yaklaşımlar ve araştırmalar, Nazi Almanyası’na da ilham olmuştur. Rassenhygiene yani “ırksal hijyen” adını verdikleri yaklaşımla yalnızca Yahudi, Slav ve Romanları toplu şekilde katletmemiş; aynı zamanda T4 Ötenazi Programı adıyla engelli bireyleri, kronik hastaları ve akıl hastalarını “yaşamaya değmeyen hayatlar” (Lebensunwertes Leben) olarak nitelendirip öldürmüştür.

Tabii bunların hiçbiri tarihte kalmadı. Yazının başında da belirttiğim gibi kolonizasyon, kendini yeniden ve yeni biçimlerle üreterek süregelen bir süreç ve bir döngüdür. Geçtiğimiz yıl, İsrail’in Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın Filistinliler için “insansı hayvanlarla savaşıyoruz” ifadesini kullanması, bu sebeple Nazi Almanyası’ndan ve Galton’un öjenizminden ayrı düşünülemez.

Öjenizmin eğitim adına bıraktığı en tehlikeli miras ise zekâ testleri olmuştur. İlk zeka testleri, Ellis Adası gibi göçmen kabul merkezlerinde yeni gelen göçmenlere uygulanmıştır. Testler, çoğunlukla dil ve kültürel açıdan önyargılıydı ve test sonuçları, özellikle Güney ve Doğu Avrupa'dan gelen göçmenlerin “zihinsel olarak yetersiz” veya “geri zekalı” olduğunu iddia etmek için kullanılmış,  bu durum, göçmenlik kotalarının belirlenmesinde ırksal ayrımcılığa dayalı politikaların gerekçesi olmuştur. Kısırlaştırma politikalarında da zekâ testleri tüm dünyada etkin şekilde uygulanmıştır. Bugün çocuğunuz için bir uzman zekâ testinden bahsettiğinde bu karanlık geçmişi zihninizde tutarak yaklaşmakta fayda var. Anatomik damgalardan zekâ damgalamasına giden bu süreç aslında “insanın, insan olarak bilinip kabul edilmesinden” de bizi uzaklaştırmaktadır.

 

* Bu yazı dizisine, sömürgeciliğin psikolojik yansımaları; eğitim politikaları ve egemen söylem(ler) üreticileri; eğitim teorileri; bilginin parçalanması; eğitim fakülteleri, öğretmenler ve okul kültürünün dekolonizasyonu temalarıyla devam edeceğiz.

 

[i] Alatas, S. H. 2006. “The Autonomous, the Universal and the Future ofSociology.” Current Sociology 54, no. 1: 7–23. https://doi.org/10.1177/0011392106058831.

İki Nokta

Kitap tanıtımı, biyografi, araştırma raporu, değerlendirme ve inceleme yayınları ile bölgesel veya küresel ölçeklerde güncel ya da yapısal sorunlar.